Yeni bir dünya savaşının doğuşu bir salgın savaşa dönüştü ve insanlık şimdi ona karşı savaşıyor ...
Bugünlerde ayakta kalabilmek için anahtar nokta; başta sakin kalmak, evde kalmak, gündemdeki hijyen kurallarına ve kişisel temizlik tavsiyelerine uymak ve de onu birinci plana almak, kitap okumak, evde diğer bireylerle etkileşim oluşturabileceğiniz hobiler bulmak, karantina durumunu ise yeni bir yaşam tarzı olarak kabul etmek, her düzeyde yaratıcı ve geliştirici bilgilerle motive olmak, çevremizdeki ve dünyamızdaki olumsuzlara karşı dirençli olmak, son olarak ise günlük kısıtlı yaşantımıza karşı adapte olabilmekle geçiyor.
Bu yazıda; salgınlarla geçen bugünün yönetimsel sıkıntılarına değineceğim ama bunlardan önce siyasetin ne amaçla kurulduğunu, kimlere hizmet etmesi gerektiğine değineceğim. İlk karın ağrımı sizlere taşıyacak olursam; siyaset anlayışımızı ve politik liderlerimizi bu zorlu günlerde halen dogmatik olarak görmeye milletçe devam edersek, bu noktada bunun bizleri yalnızca geri kalmış bireyler yapmayacağını düşünmekle beraber bu noktada bunun ülkemizde iç karışıklıklara itici etkenler oluşturabileceği endişesini taşımaktayım. Siyaset hangi görüşe ait olursa olsun bu sadece bir cephe olarak görülmelidir. Siyasetin bir inanca hizmet ederek ülkeleri yönetmesi ve buna bağlı olarak ülkelerin kaderini belirleyici olmasının altında birçok farklı oluşumun, grubun ve diğer ülkelerin karşılıklı çıkarları yatar. Politika, sadece insanların kendilerini güvende hissetmeleri için oluşturulan bir maskaralıktır. Bu görünürdeki güven verici duruşa bizleri teşvik ederek, tüm kontrolün kendilerinde olduğuna bizleri inandırmayı halen başarmaktadırlar. Bu sayede bizler teşvik yoluyla karşımıza sunulan ''liderlere'' oy vermek zorunda olduğumuzu hissederek onları seçer ve liderlerimiz haline getiririz. Bu dünya düzeninde vatandaşlar olarak bunu yapmaya kendimizi mahkûm ediyorsak o halde biz vatandaşlarda bunu hep beraber başta kendimize bilinçli ve demokratik bir şekilde yapmayı zorunlu kılmalıyız.
Bugünlerde corona virüsü hakkında ortaya birçok farklı tedavi yöntemi atılmaktadır. Bazı politikacılar ise tedavi yöntemlerinin ve doktorların gündeme gelmesini nedense pek hazmedemiyor gibi görünmekte. Ve bunun yerine ekranlara kendileri geçerek içi boş umut dolu sözcükler ile algımızı başka bir yöne çekmeye çalışıyorlar. O ise bize tedavi altında gereğinden fazla umut satmaya çalışmalarıdır. Tüm bu olanlar, bireyler olarak bizleri aksine daha çok endişelendirmekte. Oysa ki ortada kesinleşen bir tedavi yöntemi zaten şu an için mümkün görünmüyor. Vatandaşlar olarak, devletimizden beklentimiz bu zor günlerde ülkemizin biz vatandaşlarından maddi beklenti içerisine girmesinin söz konusu olmaması gerektiği yönündedir. Devletin vatandaşından yardım çağrısını yapması yerine diğer dünya ülkeleri gibi devletimizin milletini maddi, manevi koruyucu, kollayıcı bir tutum sergilemesini dilemekteyiz. Bugünlerde diğer devletlerin halkına maddi ve manevi kucak açtığı günlerde biz Yüce Türk Milletine beklenen ve yakışanı kayıtsız, şartsız, fikir ve hiçbir görüş fark gözetmeksizin tüm vatandaşlarına karşı başta maddi yükümlerin altına girmelidir. Politik liderlerin televizyon kanallarına, sosyal medya hesaplarına ve kamuoyuna bağış adı altında halktan yardım talep etmesi sonucu, halkın her görüş ve kesimden insanın da, bu durum ciddi derecede güvensizlik yaratmıştır. Bu şekilde devletin yalnızca kendi çıkarlarını en üstte taşıyıcı tutumlar sergilediği takdirde başta siyasi iktidarın itibarı ve istikrarının tehlikeye düşeceği bilinmelidir. Unutulmamalıdır ki bir ülkenin refah ve huzurunu hiçe saymak cehalete ve olası felaketlere delalettir. Devletimizin bizlerden beklediği bağışların sunum şekilleri yanlış yapılması konusunu eleştirmek bir yana dursun, bunun halk üzerindeki etkileri bu bağış kampanyaları devam ettiği takdirde halkta korku, endişe, güvensizlik, bilgi kirliliği, kaos ve ciddi iç karışıklıklara kolaylıkla davetiye çıkarabileceği göz önüne alınmalıdır.
Vatandaşlar olarak bizler, başta kendi ülkemize ardından ise diğer ülke ve insanlığa karşı sorumluluk hissimizi en yüksek düzeye çıkarmalıyız. Gücümüzün yeteceği kadar maddi ve manevi desteğimizi tüm insanlığa vermeyi borç bilmeliyiz. Buna bir birey ve vatandaş olarak tüm içtenliğimle burada sizlerle paylaşıyorum. Fakat bu zor zamanlarda vatandaşlar olarak bizim en çok duymaya ihtiyacımız olan şey ise kötü durum senaryosu da ülkemizin bizlere başta hangi sektörlere, iş yeri sahiplerine, kayıtlı ve kayıtsız çalışanlarına ve şu an işyerini kapatma zorunluluğu olanlara karşı hangi kriterler baz alınarak, ne kadar destek vereceği yönünde devletimizden kapsamlı bilgilendirmeler bekliyoruz. Devlet desteği kapsamı dışında kalan sektörler, işyeri sahipleri ve de çalışanlar için gündemde olası bir tasarı yer alıyor mu bunları tüm çalışanlar adına sabır içerisinde bizlerde merakla bekliyoruz. Çünkü bir ülkenin vatandaşı olarak biz bireylerin yaşayabilmek için başta önümüzü görebilmeliyiz. Ve bu noktada kamuoyunun devlet ile bizler arasında köprü konumunda etkili bir rol oynamasını beklediğimiz gibi korku ve endişelerimize karşıda bizlere tercüman olmalarını bekliyoruz.
Yaşadığımız bu zor günlerde işsiz kalan bireylerin, devletinin ihtiyacına yönelik alanlarda yararlı olabileceği yönünde yaratıcı iş kolları ve pozisyonlar oluşturulmalı ve bununla eşdeğer hızlı adımlar atılmalıdır. Çünkü devletin vatandaşları için sürdürülen belli başlı mevcut yardımlar kısıtlı olup yalnızca açlık sınırındaki kesim ve vatandaşını kapsamamaktadır. Vatandaşın devletinden beklediği devletinin vatandaşından beklediğinden çok daha adil ve hakkaniyete orantılı bir ilişki çerçevesinde olduğu pekâlâ öngörülebilir. Daha da açıklanması gerekirse devletin vatandaşından karşılıksız yardım etmesini beklemesinin yanında, vatandaş devletinden devletinin ihtiyacına yönelik alanlarda gerekirse çalışmayı ve emeğine karşılık maddi yardım beklemektedir. Devletin bir dediğini iki etmeyen vatandaşların başta temel ve maddi gereksinimleri halkın ve ülkenin refahı için el üstünde tutulmalıdır.
Vatandaşlarımızın ve tüm dünyamızın sıkıntılı bu salgın günlerinde, liderlerimizin suni ve içi boş kontrollü sözcüklerle tutarsızlıklarla yönetilen siyasete karşı eskisi gibi tahammül ve sabrın kalmayacağı göz ardı edilmemelidir. Yine tüm bunlara rağmen agresiflik ile yönetilen bu siyasetin devamında bu ülkemizi iç savaşa bile sürükleyebilir. Birleştirici ve ılımlı bir siyaset anlayışı gözetilmeli ve muhalif düşünce ve oluşumlara karşı haksız yargı ve tahammülsüzlük ülke gündeminden atılmalıdır. Başta halkın ortak çıkarları gözetilmelidir. Çünkü hepimizi görüyoruz ki yaşadığımız bu zor günler bu önceki diğer günlerimize hiç benzemiyor.
Halen salgın ile geçen bu dünya ki bir ülke için olası en kötü senaryonun fitili aç, mutsuz ve çaresiz vatandaşlar ile ateşlenebileceğidir. Çünkü aç, mutsuz ve çaresizle vatandaşlar sağlıkları dışında kaybedeceği bir şeyleri yoktur. Ve virüslere de bu mutsuz ve aç bireyler maruz kaldığında ise etrafındaki insanlara da bulaştırmak isteyebileceği göz önüne alınmalıdır. Yani ülke yönetiminde bilerek veya bilmeyerek yardım için kapsam dışında kalan aileler ve bireyler bizlere kötü bir geri dönüşte bulunabilirler.
Bir ülkede siyaset korkusuzca yönetiliyorsa, öyleyse o ülkenin vatandaşları korkuyla yaşıyor demektir. Bugünün korku ile yöneten liderleri şunu unutmamalıdırlar ki hastalık, salgın ve ölüm korkusu varken yine alışıla geldikleri korku ile ülkelerini eskisi gibi yönetemeyeceklerdir. Bu hususta onlara yararlı olacak yaklaşım ise korku yerine denemedikleri yöntemleri; denemeleri isabet olacaktır. Kim bilir belki de ılımlı ve birlik olmayı öğrenmek onlar için bile o kadar imkânsız değildir. Buna bir vatandaş olarak bende hiç umutlanmasam da bu tip diktatörlük ile beslenen liderlerin bu salgının uzun seyirde devam ettiği takdirde ılımlı bir yapıya bürünmelerinin kendi çıkarlarını korumak adına bu yolu seçeceklerine dair bir görüş taşımaktayım. Çünkü aksi takdirde agresif politika ile sert yaptırımlara devam eden hükümetler bu salgın devam ettiği sürece prestij ve güven kaybetmeye ve buna bağlı olaraktan kendi rızaları ile görevden alınmayı bile talep etmek zorunda kalabilecekleri kanısındayım. Sorum o ki; siyaseti korkusuzca yöneten ülkelerde halk sağlığına mı yoksa paraya mı daha çok önem verilmekte?
Ancak bizleri bu noktada biz vatandaşı asıl ilgilendiren mevzuysa o da siyasi liderlerimizin tüm eylemlerini ve söylemlerini en ince ayrıntısına kadar takipçisi olmamız gerektiğidir. Bizi etkileyen olumsuz, haksız ve keyfi yaptırımlara karşı da hazırlıklı olmak yerine ise cesaretli, sorgulayıcı ve birlik olmalıyız.
Bugünün dünya liderlerinden, Atatürk, Gandi veya Abraham Lincoln gibi güven verici bir duruş sergilemeleri onlardan beklenemez. Ancak bugünün liderleri kendilerine farklı dogmalar yaratma konusunda oldukça yetenekli görünmekteler. Kendilerine dogmatik terziler bulma konusunda yaratıcı işlere imza atan günümüzün ulusal liderlerinin yalnızca ulusal ve yerel medyamızda tartışmaya açık bir duruş takınması konusunu ise sizlerin hayal gücüne bırakıyorum.
Bu garip zamanlarda umuyorum ki sizlerde büyük resmi görebilirsiniz.
Ve bu iki şeyi ise hiç unutmamalıyız;
1- Biz vatandaşlar, kendi ülkelerine ve politikacılarına güç verene kadar onlar bizi koruyacak güce ve de yeteneğe sahip olamazlar (Bu yüzden ise oylar her zaman adil olanlara gitmelidir)
2- Karantina ile geçen bu günlerimize gözlerimizi genişçe açmalı ve her ırk, köken, inanç ve milletten insanla kardeş olduğumuzu artık kendimize itiraf etmeliyiz. Zaman; birleşme zamanı!
Mehmet Şevki Akçay
#siyaset #politika #covid19 #covid-19 #corona #korona #eleştiri #öneri #siyasiöneri